Buhârî Ve Müslim'de Geçen Bir Hadîste, Resûlü'nün Ebû Musa El-Eş'ârî'nin Evinin Önünden Geçerken Onun Güzel Bir Ses Ve Nağme İle Kur'an Okuduğunu Duyduğu Ve 'Davûd'un Mizmârı' Tâbiriyle Bu Hareketi Taltif Ettiği, Anlatılmaktadır.[1]
İyi Bir Edâ, Tatlı Bir Sadâ Ve Hâlis Bir Niyetle Okunan Kur'ân-I Kerîm, Başkalarının Da Kur'ân'ı Sevmesine Vesile Olacağı İçin Bizzat Resûlü Tarafından Teşvik Görmüştür.
Hâkim'in Çeşitli Tariklerle Hz. Berâ'dan Rivayet Ettiği Ve Ebû Dâvud'un Da Aynı Sahabeden Naklettiği Bir Hadis-İ Şerif'te Resûlü: بزَينوُا القُرْآنَ بِأَصْواتَكُم 'Kur'ân-I Kerîm'i Seslerinizle Tezyin Edin'[2] Buyurmaktadır.
İbn Mes'ud (Ra) Anlatıyor: 'Bir Gün Resûlü Yanıma Geldi Ve: 'Bana Bir Kur'ân Oku Da Dinleyeyim' Dedi. Ben De: 'Ya Resûlallah, Kur'ân Sana Nâzil Olurken Ben Sana Nasıl Kur'ân Okurum?' Dedim. Resûlü: 'Ben Başkasından Kur'ân Dinlemeyi Severim' Buyurdu. Bunun Üzerine Nisâ Sûresini Okumaya Başladım. Nihayet: فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا (Nisa,4/41) Âyetine Gelince: 'Yeter! Yeter!' Buyurdu. Sustu. Baktım Ki Resûlü Gözleri Dolu Ağlıyor. Âdetâ İbn Mes'ud'un Okuduğu Âyetler Onu Halsiz Bırakmıştı. Belki Birkaç Âyet Daha Okusa İdi Resûlü Eriyip Gidecekti.'[3]
Kur'ân Hüzünle Nâzil Oldu. O, Mahzun Ve Münkesir Bir Kalple Okunmalıdır. Şu Vahşet Sahrasında, İmkânları Kısır, Kudreti Az Ve Acz Ü Fakr İçinde Yuvarlanan İnsan, Hablü'l-Metin Olan Kur'ân-I Kerîm'e Tutunursa İnsanlık Semâsına Yükselecek, Evc-İ Kemâle Çıkacak, Şu Girdaptan, Çölün Şu Boğucu Havasından Ve Yalnızlık Vahşetinden Kurtulacaktır.
İşte Kur'ân İnsana Bu His Ve Bu Havayı Verir. Bu İtibarla Kur'ân Okurken Böyle Bir Hava İçinde Okunmaya Çalışılmalıdır. Bu İse, Mânâsına Nüfûz Nisbetinde Olur. İnsan, Onun Mânâsına Nüfûz Edemezse, Hele İlâhî Maksadı Düşünmezse Çok Defa Kur'ân'ın Derinliklerine Açılamaz Ve Kur'ân Da Onun Sinesinde Te'sir İcra Etmez.
Sahabe-İ Kirâm, Tâbiîn-İ İzâm Hazerâtı, Kur'ân'ın Bir Hakikati Adına Çöller Kateder Ve Onu Öğrenmeye Çalışırlardı. İmâm-I Şâfiî Hazretleri Bu Hususta Mesrûk İbn-İ Ecdâ Hazretleri'nin Başından Geçen Bir Hâdiseyi Anlatıyor:
'Mesrûk, Kur'ân-I Kerîm'in Âyetlerinden Birisinin Tefsirinde Tereddüt Ediyordu. Âyetin Mânâsını Tam Öğrenebilmek İçin Medine'den Basra'ya Gitti. Soru Soracağı Şahsın Basra'dan Ayrılıp Şam'a Gitmiş Olduğunu Öğrendi. Bunun Üzerine Oyalanmaksızın Şam'a Doğru Yola Çıktı...'
Şimdi Sizler Bir Düşünün, Hızlı Nakil Vasıtalarının Olmadığı, Yolculukların Çok Güç Şartlar Altında, Sadece Deve Ya Da Atlarla Yapıldığı Sıcak Kumistan Ve Çöllerde, Mesrûk Gibi Yüce Bir Kâmet Bir Tek Âyetin Tefsirini Öğrenebilmek İçin Tehlikeli Sayılabilecek Uzun Yolculukları Göze Alıyor, Aradığı Zâtı Bulamayınca Da İkinci Bir Yolculuğu Göze Almaktan Çekinmiyordu.
İbn-İ Abbas'ın Talebelerinden Büyük Müfessir İkrime: 'Ben, بوَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِراً إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُفَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ 'Kim Ve Resûlü İçin Göç Etmek Amacıyla Evinden Çıkar Da Kendisine Ölüm Yetişirse, Onun Mükâfatı 'a Düşer' (Nisa, 4/100) Âyetinde Anlatılan Şahsın Adını Tam Ondört Sene Araştırdım' Diyor.
Âyette İsmi Zikredilmeyen Bu Şahıs Acaba Kimdir? İkrime Hazretlerinin, Bu Şahsın İsmini Öğrenmek İçin Bu Kadar Gayret Göstermesinin Sebebi Hiç Şüphesiz, Onun, Hayat-I İçtimâiyedeki Mevkiinin Ve Karakterinin, Âyetin Tefsirine Işık Tutacağı Düşüncesidir. İşte İkrime Ondört Sene Bu Şahsı Araştırmış Ve Sonunda Onun Semure Bin Habib Olduğunu Öğrenmiştir.
İbn-İ Abbas Da Başından Geçen Bir Hâdiseyi Şöyle Nakleder:
إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
'Eğer İkiniz 'a Tevbe Ederseniz, Kalbiniz Gerçekten (Tevbeyi Gerektiren Bir Duruma) Yönelmişti (Tevbe Etmeniz Gerekir). Ve Eğer Peygamber'e Karşı Birbirinize Arka Olursanız (Bilin Ki) Onun Dostu Ve Yardımcısı , Cibril Ve Mü'minlerin İyileridir. Bunun Ardından Melekler De Ona Arkadır.' (Tahrim, 66/4) İşte Bu Âyet-İ Kerîmede Anlatılan İki Kadının Resûlü Aleyhinde Anlaşma Gibi Bir Vaziyete Girmeleri Zihnimde İstifham Meydana Getirmişti. Meseleyi Hz. Ömer'den Öğrenebi-Lirdim. Ancak Mehâbetinden Dolayı Yanına Sokulup Bunu Bir Türlü Ona Soramıyordum. Her Nasılsa Bir Gün Fırsatını Buldum. Hz. Ömer'i Müsait Bir Pozisyonda Yakaladım Ve:
- Ey Mü'minlerin Emîri! Bu Âyet-İ Kerimede Anlatılan Kadınlar Kimlerdir? Dedim.- Hz. Âişe Ve Hz. Hafsa, Diye Cevap Verdi.
Daha Bunlar Gibi Binlerce Misal Verilebilir.... Sahabe Ve Tabiûn, Kur'ân-I Kerîm'in Bir Hakikatini Tam Kavrayabilmek İçin, Günlerce, Haftalarca, Aylarca, Hatta Senelerce Bu Hakikatin Arkasından Koşuyor, Onu Bulacağı Âna Kadar Durup Dinlenme Bilmiyordu.
İyi Bir Edâ, Tatlı Bir Sadâ Ve Hâlis Bir Niyetle Okunan Kur'ân-I Kerîm, Başkalarının Da Kur'ân'ı Sevmesine Vesile Olacağı İçin Bizzat Resûlü Tarafından Teşvik Görmüştür.
Hâkim'in Çeşitli Tariklerle Hz. Berâ'dan Rivayet Ettiği Ve Ebû Dâvud'un Da Aynı Sahabeden Naklettiği Bir Hadis-İ Şerif'te Resûlü: بزَينوُا القُرْآنَ بِأَصْواتَكُم 'Kur'ân-I Kerîm'i Seslerinizle Tezyin Edin'[2] Buyurmaktadır.
İbn Mes'ud (Ra) Anlatıyor: 'Bir Gün Resûlü Yanıma Geldi Ve: 'Bana Bir Kur'ân Oku Da Dinleyeyim' Dedi. Ben De: 'Ya Resûlallah, Kur'ân Sana Nâzil Olurken Ben Sana Nasıl Kur'ân Okurum?' Dedim. Resûlü: 'Ben Başkasından Kur'ân Dinlemeyi Severim' Buyurdu. Bunun Üzerine Nisâ Sûresini Okumaya Başladım. Nihayet: فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا (Nisa,4/41) Âyetine Gelince: 'Yeter! Yeter!' Buyurdu. Sustu. Baktım Ki Resûlü Gözleri Dolu Ağlıyor. Âdetâ İbn Mes'ud'un Okuduğu Âyetler Onu Halsiz Bırakmıştı. Belki Birkaç Âyet Daha Okusa İdi Resûlü Eriyip Gidecekti.'[3]
Kur'ân Hüzünle Nâzil Oldu. O, Mahzun Ve Münkesir Bir Kalple Okunmalıdır. Şu Vahşet Sahrasında, İmkânları Kısır, Kudreti Az Ve Acz Ü Fakr İçinde Yuvarlanan İnsan, Hablü'l-Metin Olan Kur'ân-I Kerîm'e Tutunursa İnsanlık Semâsına Yükselecek, Evc-İ Kemâle Çıkacak, Şu Girdaptan, Çölün Şu Boğucu Havasından Ve Yalnızlık Vahşetinden Kurtulacaktır.
İşte Kur'ân İnsana Bu His Ve Bu Havayı Verir. Bu İtibarla Kur'ân Okurken Böyle Bir Hava İçinde Okunmaya Çalışılmalıdır. Bu İse, Mânâsına Nüfûz Nisbetinde Olur. İnsan, Onun Mânâsına Nüfûz Edemezse, Hele İlâhî Maksadı Düşünmezse Çok Defa Kur'ân'ın Derinliklerine Açılamaz Ve Kur'ân Da Onun Sinesinde Te'sir İcra Etmez.
Sahabe-İ Kirâm, Tâbiîn-İ İzâm Hazerâtı, Kur'ân'ın Bir Hakikati Adına Çöller Kateder Ve Onu Öğrenmeye Çalışırlardı. İmâm-I Şâfiî Hazretleri Bu Hususta Mesrûk İbn-İ Ecdâ Hazretleri'nin Başından Geçen Bir Hâdiseyi Anlatıyor:
'Mesrûk, Kur'ân-I Kerîm'in Âyetlerinden Birisinin Tefsirinde Tereddüt Ediyordu. Âyetin Mânâsını Tam Öğrenebilmek İçin Medine'den Basra'ya Gitti. Soru Soracağı Şahsın Basra'dan Ayrılıp Şam'a Gitmiş Olduğunu Öğrendi. Bunun Üzerine Oyalanmaksızın Şam'a Doğru Yola Çıktı...'
Şimdi Sizler Bir Düşünün, Hızlı Nakil Vasıtalarının Olmadığı, Yolculukların Çok Güç Şartlar Altında, Sadece Deve Ya Da Atlarla Yapıldığı Sıcak Kumistan Ve Çöllerde, Mesrûk Gibi Yüce Bir Kâmet Bir Tek Âyetin Tefsirini Öğrenebilmek İçin Tehlikeli Sayılabilecek Uzun Yolculukları Göze Alıyor, Aradığı Zâtı Bulamayınca Da İkinci Bir Yolculuğu Göze Almaktan Çekinmiyordu.
İbn-İ Abbas'ın Talebelerinden Büyük Müfessir İkrime: 'Ben, بوَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِراً إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُفَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ 'Kim Ve Resûlü İçin Göç Etmek Amacıyla Evinden Çıkar Da Kendisine Ölüm Yetişirse, Onun Mükâfatı 'a Düşer' (Nisa, 4/100) Âyetinde Anlatılan Şahsın Adını Tam Ondört Sene Araştırdım' Diyor.
Âyette İsmi Zikredilmeyen Bu Şahıs Acaba Kimdir? İkrime Hazretlerinin, Bu Şahsın İsmini Öğrenmek İçin Bu Kadar Gayret Göstermesinin Sebebi Hiç Şüphesiz, Onun, Hayat-I İçtimâiyedeki Mevkiinin Ve Karakterinin, Âyetin Tefsirine Işık Tutacağı Düşüncesidir. İşte İkrime Ondört Sene Bu Şahsı Araştırmış Ve Sonunda Onun Semure Bin Habib Olduğunu Öğrenmiştir.
İbn-İ Abbas Da Başından Geçen Bir Hâdiseyi Şöyle Nakleder:
إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
'Eğer İkiniz 'a Tevbe Ederseniz, Kalbiniz Gerçekten (Tevbeyi Gerektiren Bir Duruma) Yönelmişti (Tevbe Etmeniz Gerekir). Ve Eğer Peygamber'e Karşı Birbirinize Arka Olursanız (Bilin Ki) Onun Dostu Ve Yardımcısı , Cibril Ve Mü'minlerin İyileridir. Bunun Ardından Melekler De Ona Arkadır.' (Tahrim, 66/4) İşte Bu Âyet-İ Kerîmede Anlatılan İki Kadının Resûlü Aleyhinde Anlaşma Gibi Bir Vaziyete Girmeleri Zihnimde İstifham Meydana Getirmişti. Meseleyi Hz. Ömer'den Öğrenebi-Lirdim. Ancak Mehâbetinden Dolayı Yanına Sokulup Bunu Bir Türlü Ona Soramıyordum. Her Nasılsa Bir Gün Fırsatını Buldum. Hz. Ömer'i Müsait Bir Pozisyonda Yakaladım Ve:
- Ey Mü'minlerin Emîri! Bu Âyet-İ Kerimede Anlatılan Kadınlar Kimlerdir? Dedim.- Hz. Âişe Ve Hz. Hafsa, Diye Cevap Verdi.
Daha Bunlar Gibi Binlerce Misal Verilebilir.... Sahabe Ve Tabiûn, Kur'ân-I Kerîm'in Bir Hakikatini Tam Kavrayabilmek İçin, Günlerce, Haftalarca, Aylarca, Hatta Senelerce Bu Hakikatin Arkasından Koşuyor, Onu Bulacağı Âna Kadar Durup Dinlenme Bilmiyordu.